Din Büyüklerinden Hikayeler
1)Hicab
Şeyh Şiblî Hazretlerine bir zat gelip:

— Ya Şeyh! İkiyüz dirhem gümüşün zekatı ne kadardır? Diye sordu. İmam Şiblî:

— Sana düşeni mi söyleyeyim, yoksa bana göre mi? Dedi. O adam:

— Her ikisini de anlat dedi. Şeyh Şiblî:

— İkiyüz dirhem gümüşten sana düşen zekat miktarı beş dirhemdir. Ben ise, ikiyüz dirhemi dağıttıktan sonra ayrıca beş dirhem daha dağıtmam lazım, buyurdu.

Adam ayrıca beş dirhem fazla vermenin neden lazım geldiğini sorunca Şeyh Şiblî hazretleri şöyle anlattı:

— O beş dirhem de parayı dağıttıktan sonra zekat kadar da borca girip onu ödemenin sinidir, buyurdu. Adam:

— Bu kimin mezhebine göre böyledir? Dedi. Şeyh Şiblî:

- Allah Resulünün en sadık dostu Hz. Ebu Bekir (R.A.) Mezhebine göre böyledir, buyurdu.

2)Hicab
 
Cüneyd-i Bağdadî Hazretlerinin müridlerinden Ebu Amr şöyle anlatıyor:

— Birgün pazarda gezerken bir güzel kadın görüp tekrar tekrar baktım. Sonra hata ettiğimi anlayıp tevbe - istiğfar ettim. Akşama eve geldiğimde evde bir kadın vardı. Bana:

— Efendi bugün yüzünüzü kararmış görüyorum, acaba nedendir, dedi. Ben tenha bir yerde aynayı alıp baktım ki, hakikaten yüzüm sim - siyah olmuştu. Neden olduğunu düşünürken aklıma o kadına baktığım geldi. Bir mağaraya çekilip kırk gün göz yaşı döktüm, günahımın affı için Allah'a yalvardım. Kırk gün sonra hâtırıma gidip Hazreti Şeyh Cüneyd-i Bağdadî Hazretlerini ziyaret etmek geldi.

— Bağdat'a şeyhin yanına gittim. Şeyhin hücresine varıp kapıyı çaldığımda, bana:

— Gir ya ebâ Amr, sen pazarda günah işle, biz Bağdat'da istiğfar edelim öyle mi, dedi.

3)Hicab
 
Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri şöyle anlatıyor:

— Üstazım oldukça hastaydı. Onu ziyarete gitmiştim. Benimde o sırada elimde bir yelpaze vardı. Onunla hocamı rahatlatmak istedim. Bana şöyle söyledi:

— Evladım Cüneyd! Elindeki yelpazeyi bırak, yelleme, çünkü ateş yelledikçe daha çabuk tutuşur, daha sür'atli yanar. Ben elimdeki yelpazeyi bıraktım. Daha sonra:

— Efendim, bir vasiyetin var mı, dedim ve vasiyette bulunmalarını rica ettim. Bana:

— Halkla konuşmaya dalıp da Allah'ı zikretmeyi unutma, daima Allah'ı zikreyle buyurdu. Bunun üzerine ben:

— Üstazım, eğer bunu daha evvel söylemiş olsaydın, sizinle bile sohbet etmezdim, dedim.

4)Hicab
 
Beyazıd-ı Bestami Hazretleri başından geçen bir hadiseyi şöyle naklediyor:

— Benim süluke başladığımda 70 bin kadar keşfü keramet sahibi veli vardı. Bunlar arasında ehl-i ilim olanlar da çoktu. Fakat Cenab-ı Allah o asrın kutbiyyet makamını bir ümmiye ihsan etmişti. Bu zat akşam - sabah ömrünü demircilikle geçiren ve evlad ü iyalinin nafakasını temin etmekle meşgul bir kimse idi. Aynı zamanda kendisinin zamanın kutbu olduğundan da haberi yoktu. Çünkü keşfi açılmamıştı. Bu durum bana malum olup ziyaretine gittiğim zaman hayrette kalmış, bu kadar alim kimseler varken kutbiyyet makamının bir ümmiye verilmesini anlayamamıştım. Ne zaman ki, demircinin dükkanına vardım ve o zaman anladım, neden kutupluğun bu zata verildiğini...

Dükkana geldiğimi görünce «Hoş geldin» deyip benim elimi öptü ve bana kendisi için dua etmemi rica etti. Ben:

— Ben senin ayaklarını öpeyim, sen bana dua et, dedim. Bana:

— Ben sana dua etmekle derdim teskin olmaz ki, dedi. Ben:

— Senin derdin nedir ki, teskin olmuyor. Bize anlatın bakalım belki derdinize bir çare buluruz, dedim. Zamanın kutbu olan demirci o zaman şöyle söyledi:

— Acaba bu ümmetin mahşer günü hali nice olur, ben hep onu düşünürüm, dedi ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Onun ağlaması bana da tesir etti, ben de ağladım. O zaman gaipten;

— Bunlar Nefsî, nefsi diyen kimseler değildir. Ümmetim, ümmetim diyenlerdendir, diye bir ses işittim. İşte kalbimdeki hayret bir anda zail oldu, ve niçin onun kutup olduğunu anladım. Bu zatlara kalb-i Muhammedi üzere istidat vaki oluyor. Hakikat-ı Muhammediye'ye vasıl olan kimselerin hali böyledir. Ben bir soru daha sordum:

— Ey kardeşim halkın azap görmesinin size ne gibi bir zararı oluyor, dediğimde, şöyle söyledi:

— Hak Teâlâ beni böyle yaratmış, benim yaratılış mayam bu şekildedir, dedi. Ve şunları ilave etti; eğer Cehennem ehlinin bütün azabını bana yükleyip tümünü affetseler memnun ve mesrur olurum, yeter ki onları affetsinler de kimse ateşte yanmasın, dedi.

Daha sonra kendisiyle çok sohbetlerimiz oldu. O benden namazda okunacak sürelerin hatalı yerlerinin olup olmadığını sordu ve yanımda baştan sona okudu. Ben de isteğini yerine getirirken kalbim feyz-i Rabbani ile öylesine doldu ki, ondan çok istifade ettim. Ve iyice anladım ki, kutbiyyet sırrı çalışmakla, ilimle olmayan bir makamdır ve ancak Allah'ın dilediğine bir fazlı ve keremidir. Zamanın bütün velileri feyz almak için mutlaka kutbun tavassutuna ihtiyacı vardır. Kendisini kutbun idaresinden müstağni addedenlerin feyz-i İlahiden nasipleri kesiktir.

5)Hicab
 
Birgün Beyazıd-ı Bestamî Hazretlerinin eline bir elma geçti. Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri elmaya bakarak:

— Bu ne latîf elma imiş, dedi.

O anda hatiften bir ses şöyle diyordu:

— Ya Beyazıd benim ismimi bir meyveye nasıl takıyorsun?

Bunun üzerine Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir daha elma yemeyeceğine dair yemin etti ve irtihal edinceye kadar bir daha elma yemedi.

6)Hicab
 
Hasan-ı Basrî Hazretlerine:

— Bütün müslümanlar senden ilmî meseleler sorup öğrendikleri halde, huzurundan çıktıktan sonra yine de itiraz eden, aleyhinde konuşan oluyor, bu nedendir? Dediler. O:

— Allah Teâlâ o azemetiyle halkın dilinden ve itirazından uzak değil, ben ise; zerrelerden bir zerreyim, buyurdu.

7)Hicab
 
Hasan-ı Basri Hazretleri müridleriyle beraber hacca gidiyordu. Yolda bir çöle düşüp günlerce yol aldılar. Gittikleri yerde zerre kadar bir su eseri yoktu. Herkes o yana bu yana su aramaya çıkmışlardı. Nihayet birisi bir su kuyusu bulduğunu müjdeledi.

Bütün müslümanlar kuyunun başına toplandılar. Kuyunun dibi derindi ve kuyudan su çekmek için ne ipleri ne de kovaları vardı. Yine ümitsizliğe düşmüşler mahzun ü mükedder olmuşlardı.

Bu arada Hasan-ı Basrî Hazretleri:

— Az sabredin ben; murakabeye başladığım zaman siz kuyudan su ihtiyacını giderir abdestinizi alırsınız, dedi. Hasan-ı Basrî Hazretleri ibadete başlayınca kuyunun suyu da ağzına kadar dolmaya başladı. Orada bulunanlar kana kana içtiler ve abdestlerini de tazelediler. Fakat kimsenin aklından yanlarına yedek su almak gelmiyordu, su da olduğu gibi duruyordu. Biraz sonra kuyunun suyu aniden gerisin geriye çekilip;gitti

Durumu Hasan-ı Basrî Hazretlerine haber verdiler. Araştırıp soruşturduğunda bir kişinin bütün su ihtiyacını giderdikten sonra kırbasını da doldurduğu anlaşıldi; Hasan-ı Basrî Hazretleri bunun üzerine şöyle söyledi:

— Ey hasis kişi! Senin yüzünden kuyunun suyu çekildi. Sen kendinden sonrakileri düşünmeden bir de kırbanı doldurdun. İşte bu yüzden de kuyunun suyunun çekilmesine sebep oldun buyurdu.

8)Hicab
 
Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) bir kış gününde bir mecûsînin kuşlara yem dağıttığını görür ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:

- Sen hayır yapıyorum diye kendini boşuna aldatıyorsun. Allah evvelâ îmanı farz kılmış, geri kalan hayır-hasenatı ondan sonra emretmiştir. İman etmedikçe senin bu yaptığın iyilik Allah indinde makbule geçmez

- Ben de biliyorum kabul olunmıyacağını. Fakat Allah bu yaptığımı görmez, bilmez mi? dedi.

- Elbette görür ve bilir.

- Öyleyse o da bana yeter, der ve bildiğine devam eder.

Aradan zaman geçer. Cüneyd-i Bağdadî Hazretler bir hac mevsiminde Mescid-i Haram'ı tavaf ederken bir adamın ellerini açmış Allaha yalvarmakta olduğunu, hatta gözlerinden sel gibi yaşlar akıttığını görür. İyice dikkat eder, o zatın karlı bir havada kuşlara yem veren mecûsî olduğunu anlar. Tavaftan sonra yanına yaklaşıp hemen kollarından yakalar. Mecûsîde onu tanır ve şçyle der:

- İşte Allah gördü ve bildi, deyip kelime-i şehadet getirip ruhunu oracıkta teslim eder.

O anda Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) Allah tarafından şöyle hitap olunur:

- Ya Cüneyd! Sen Beytimi arzu ederek geldin ona kavuştun. O ise beni arzu ederek geldi bana kavuştu.

Bir mecûsînin bile mubarek bir ayda Allah rızası için hayırda bulunması nelere vesile oluyor ....

Allah cümlemizin sonunu hayreyleye!..

9)Hicab
 
Şeyhulislâm Zenbilli Ali Efendi (rh.a), zamanın en büyük âlimlerindendi. Herkes tarafından sevilir ve sayılırdı. Sık sık tertip ettiği sohbet toplantıları çok samimi bir hava içinde geçerdi. Her sohbeti ayrı bir güzellikte olur, dinleyenleri coştururdu.

Bir yaz günüydü. Hava oldukça sıcaktı. Zenbilli Ali Efendi'nin evinin arka kısmındaki bahçede, ateş gülleri arasında sohbete oturulmuştu. Bir ara söz canlı cinslerine gelip dayandı. Hocanın, yakın arkadaşlarından biri ile aralarında şöyle bir diyalog geçti:

- Hocam, en çok hangi kuşları seversiniz?

- Ben sadece kuşları değil, bütün hayvanları fazlasıyla severim.

- Peki hocam, insanlarla alâkalı ne düşünüyorsunuz?

- İnsanları da severim; ama hepsini değil. Hayvanların hepsi sevilmeye lâyık oldukları halde, insanların hepsi sevilmeye lâyık değildir. Bazı insanlar davranışlarıyla hayvanlardan daha aşağı düşerler.

- Sizce insan mı hayvandan üstün, yoksa hayvan mı insandan?

- İnsanlar hayvandan üstün yaratık olmalarına rağmen, hayvanların da insandan üstün tarafları vardır. Meselâ onların içinde hiçbir müşrik ve münkir, hiçbir yalancı-dolandırıcı ve sahtekâr yoktur!

10)Hicab
 
Hasan-ı Basri, Muhsin Ali Hazretleri'nin terbiyesinden geçer ve kısa sürede yetişir. Hocası ondan halka vaaz vermesini ister. İşte, bir gün kürsüdeyken kapıdan bir yabancı girer. Hasan-ı Basri mescidin nurlandığını hisseder. Bu ne heybettir Ya Rabbi, bu ne güzelliktir... Yoksa bu zat... Evet, yanılmadığını anlar. Meçhul misafir Hazret-i Ali'nin (Kerremallahü vecheh) ta kendisidir. Hasan-i Basri , Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman'dan sonra 'ilim şehrinin kapısı' ile şereflenir. Hazreti Ali Efendimiz, bu genç vaizi çok sever. Kimseye yapmadığını yapar, ona tasavvuf ile ilgili sırları fısıldar. Dahası nurlu elleri ile bir 'icazet' yazar ve talipleri yetiştirmekle vazifelendirir. İşte tasavvufta hilafetnâme (izin belgesi) verme usülü Hazret-i Ali'den kalma bir gelenektir.

O günden sonra Hasan-ı Basri'nin hizmeti büyük olur. İnsanlar fevç fevç sohbetine gelirler. Talebeleri ülkeler beldeler ötesini nurlandırırlar ki bunların arasında Malik bin dinar, Utbe-i Gulâm, Ebû Haşim-i Mekki, Habib-i Acemi gibi pırlantalar vardır. Bu yol ölümünden sonra da devam eder İbrahim Edhem ve Mûiniddin-i Çeşti gibi zirveler halkaya eklenirler. Hasan-ı Basri hazretleri hurma dalından dokunmuş bir yataktan başka bir şey bırakmaz. Ölüm halleri belirdiğinde 'ömrümün hesabından çok korkuyorum' diye ağlar. Birara dalar, soluğu duyulmaz olur. Talebeleri hafifçe sarsarlar. Mübarek gözlerini aralar 'beni cennet bahçelerinden, nefis pınarlardan, güzel konaklardan uyandırdınız' buyururlar.

Son olarak 'Bir kimse ölüm anında sıdk ile kelimeyi şehadet getirirse cennete gider' hadisi şerifini nakleder ve tane tane şehadet söylerler. Basra, Basra olalı böyle bir cenaze merasimi görmez. Talebeleri onu Salihiyye denilen yere defnederler.

11)Hicab

Hasan-ı Basrî (k.s.) hazretlerinin talebelerinden Habîb-i Acemî (k.s.) hazretleri, önceleri çok zengin birisi idi. Tefecilik yapar, faizle para verirdi. Bir gün evinde, tam yemek yiyeceği sırada kapıya bir dilenci geldi ve 'Allah rızâsı için bir sadaka' dedi. Habîb, onun yüzüne kapıyı kapattı, o fakiri mahzun bir halde geri çevirdi. Sofraya döndüğünde kabın içindeki yemeğin kana döndüğünü gördü! Bu hâdise karşısında dehşete düştü! Kendisini bir korku sardı! Yerinde duramaz hâle geldi!..

Bir cuma günü, Hasan-ı Basrî hazretlerinin evinin yolunu tuttu. Yolda giderken, oyun oynayan çocuklar, Habîb-i Acemî'yi görünce, aralarında;

"Kaçın, kaçın! Tefeci Habîb geliyor! Ayağından kalkan toz, bize de gelir ve biz de onun gibi bedbaht oluruz, diyerek kaçıştılar.

Çocukların bu sözleri, ona çok ağır geldi.

Hasan-ı Basrî hazretlerinin meclisine varıp elini öptü. Huzurunda tevbekâr oldu. O da Habîb'i talebeliğe kabul etti.

Oradan ayrılıp evine dönerken, kendisine borcu olanlar onu görünce, alacaklarını talep eder korkusu ile kaçışmak istediler. Habîb-i Acemî bu vaziyeti anlayınca,

' Kaçmayın, bugün asıl benim sizden kaçmam lâzım, dedi. Ve kimden ne alacağı varsa, hepsini bağışladığını îlan etti.

Çocukların yanından geçerken, çocuklar bu sefer birbirlerine,

' Kaçın, kaçın! Tevbekâr Habîb geliyor. Üzerine bizden toz bulaşmasın. Bulaşırsa, bizler Allâh'a âsî olmuş oluruz... diyerek kaçıştılar. Habîb, bu sözleri duyunca çok duygulandı. Yüreği sızlayarak, 'Yâ Rabbbî! Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, bir tevbemle ismimi kötüler arasından çıkarıp iyiler arasına kaydeyledin' diyerek Allâh'a iltica etti.
 
Üye Girişi
 
Kullanıcı adı:
Şifre:
Facebook beğen
 
Web Tv
 
Son Dakika Haberleri
 
Köşe Yazıları
 
Burç Yorumları
 
Günlük Burç
 
Siteyi Toplam 10630 ziyaretçi (32423 klik) Ziyaret Etti...

Sabit
( AY-YILDIZ-TİM ) WEBMASTER ..::RiDeJa::.. < ISTANBUL/TURKEY RIO DE JANEIRO/BRAZIL >
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol